12/23/2010

Saat 04.22 ve ben 7saat 18 dakikadır ödevime başlamaya çalışıyorum.Oysa eskiden buralar çok farklıydı.Gayrettpe baştan sona dutluk idi,beykentin kurnaz kurucusu Adem Çelik sıradan bir müteahhit idi,çayır idi, çimen idi ,geze geze idi falan.Bir de benim hedefim vardı.Tasarımcı olacaktım ama sonra mahalle baskıları beni mimar olmaya yöneltti ve hedefim vardı hatta bir fotografını mantar panoma yapıştıracak kadar istiyordum Taşkışlayı.(Klasik öss öğrencisi hareketleri)
Şimdiyse bir ödevi bile yapmaktan acizim aslında hayal kırıklığı içindeyim.
 
"Beni bu havalar bu hale getirdi" desem şairin yaptığı gibi havaya haksızlık etmiş olurum.Beni okulum bu hale koydu.Üretilen hiçbir şeyin değer görmemesi insanın canını fazlaca sıkar,doğal olarak.Eleştirinin en güçlüsünü kendine yapabilen birisiyim ve bu kez kendimi koruyacağım.
Tebrik ederim ki beni mesleğimden,hayatımdan,hedeflerimden soğuttun okulum.Binanın ne suçu var lan!Zaten dere yatağına kurmuşlar yıkılcak 2milyon? yıl sonra, haberin yok.


Aldanma sen o Beykent club'ın attığı mesajlara
Taşınmıyor okul ben söyleyivereyim sana
Hadi boşuna konuşma buralarda
Yarin mektup yazmış sana kışlada
Sende sulh,cihanda sulh
Nerden çıktı lan bu şairane ruh
Kızdırmış seni fazlaca bu güruh.


her neyse
Böyle heves kırıcı eğitmenler ilkokulda olur sanırdım,lisede alasını gördüm.Üniversitede beni dönülmez kararlara sevkediyorlar.Bu da eğitimin bir parçasıysa bana eğitim şart değil.

Ben diyim Not sen de unutmuş; Bugün atölyeden inerken 5 basamak yuvarlanıp kıçımı kırayazdım.Bitirdiğim an, o an oldu belkide ee tabiki eve gittim yattım uyudum,şimdiyse acılar içindeyim. 

Ben diyim Not2 sende de Not2 ; "Notumu alıyım yeter ya" yakıştırmasını yaptığım akabinde 5dakikada uydurduğum bir çalışmam gerçek boyutlarıyla üretilmek üzere seçildi.Zor oldu tabi 5dklık tasarımı sistememe oturtmak... haftalarıma sebep oldu.Yinede güzel oldu,çok arkadaş edindik,çalıştık,başardık,sergiliycez falan

8/07/2010

sanat ve boş adam ilişkisi

Önümüzdeki aylar film festivalleri için en bereketli günleri içeriyor.Sorun bana "kaç festivale gidiyorsun evladım?"
- Hiç hocam.Ben sadece takipçiyim.Uzaktan festival programını takip eder,isim araştırması yapar,olayın magazinsel boyutuyla alakadar olurum.
-Otur yavrum,sıfır!

Bir kaç gecedir bu durum içime batıyor olacak ki; gözüme uyku gelmez oldu.Geçenler de yine uykumun yolunu kaybettiği bir gecede,yatağımda ara sıra sağa sola dönmek ve hep ayak uzattığım yere,baş uzatmak suretiyle düşüncelerim film şeridi tadında aktığı bir ahval ve şerait içinde idim.

Aniden olması çok doğal olan, takur tukur sesler gelmeye başladı mutfaktan. O kafadan nice korku filmi sahnelerinin geçtiği panik anlarını hepimiz bir kez olsun yaşamışızdır.
"Abla ablaa kalk,mutfaktan sesler geliyor." demek için doğruldum ki ablam "sende duydun mu?" deyiverdi.Gecenin karanlığı ve sessizliği sanki yanına dıı dıı dıı dımm tarzında bir gerilim müziği almış bizi germişti.
Zaten karanlıkta daha fazla ışık almak için büyümüş olan gözbebeklerimiz,kocaman oldu böylece.Ablamınkiler her zamanki boyutunda gibiydi amm
a kendiminkini bilmem :=]

Velhasıl olayı uzatmayayım anladık ki; kafasına kadın çorabı geçirmiş,dolaptaki tiramisuya(ben yaptım öhöm öhöm) dayanamamış hırsızımız değil, basbaya ağabeyimizmiş. E tahmin etmesi zor değil.
Odaya geri dönerken ablama dayanamadım dedim ki ;

- Uyanmışken sana bir şey anlatmalıyım.5dk dinle beni,yoksa sabaha unuturum,yazmaya kalksam düşüncelerimi toparlayamam,süper bir senaryo kurguladım az önce bii dinle.
- Neeeee manyak mısın kızım sen? Git uyu benim yarın işe gitmem lazım erken kalkcam.Sanat,edebiyat bunlar boş adam işi.Uğraşıcak vaktim yok benim.

Sabah uyanınca kurgumu hatırlıyordum,o kadar da unutkan değilm a dostlar amma geceden kalma heyecanım yoktu içimde.Gerçekten de sanat,edebiyat,sinema olayları işi olmayan adamların işi midir?Bu takıldı kafama haklı olabilirdi ablam.


Cem Yılmaz showunda onca espri arasına güzel de bir tespit yerleştirmişti o geldi şimdi aklıma.
"Atalarımız sanatsal eserler verememişler son zamanlarda.Adamların derdi toprak olmuş hep. Savaştan savaşa gitmişler,karın doyurmanın peşine düşmek zorunda kalmışlar.Hal böyle olunca oturupta dinlenme fırsatı bulamazlarken nasıl felsefeye kafa yorabilsin, nasıl düşünürler ,ressamlar,yazarlar yetişsin?"

Haklısın Cem yılmaz,katıldım üzülerek.Günümüze de bu olayı imkan meselesi olarak uyarlayabiliriz.
Misal veriyorum, net üzerinden takipçisi olduğum bir kaç yaşıtım var.Kendileri yıllardır kolejlerde okurlar,bilmem kaçıncı dillerini öğrenirler,şu akademiden şu akademiye koşarlar.Bir sürü ülkede fotograf çekme şansı yakalarlar.Süper bir portfolyo sahibi olurlar. Sakın önemli olan senin elindeki imkanlarla neler yapabildiğindir olayına girmeyin,öyle bir şey yok çünkü.

Daha yavaştan misal verecek olursam, ertesi gün bir işe gitmek zorunda olmadığım için yaz geceleri boyunca film izleyebilir iken,yorgunluktan bunu yapamayanlara dünyadan haberin yok arkideşş diyemeyiz.
Neyse niirrrden nire geldim yine.

5/09/2010

bu işe gönül verdim

Birkaç gündür gecikmiş bir etkinliğin içinde yer alıyordum.Bende bir zamanlar İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllü’sü olmuştum. Bu gönüllülüğü çoğu gibi başlangıç otomasyonuna katılmış olmak,faceden grup sayfasına hayran olmak,gelen maillerin konusuna şöyle bir bakmakla gerçekleştirebildiğimi tabi ki düşünmemiştim! Sadece bir heyecana ortak olabilmeyi istemiştim.Bir şekilde bir gece ansızın geliveren bir maille bir anda yazdığım cevap maili ve devamında gerçekleşen görüşmeler falan filan son 3 gündür sabahtan akşama Halep Pasajı’ndaydım.

Elbette gün gün edindiğim bir çok izlenim ve arkadaşlıklar oldu.Herhalde ‘kendimi baya bir zorlasam ancak tanışabileceğim yapıda insanlarla’ bolca vakit geçirdim.

Kısaca hayatımın son 3 gününü adadığım bu aktif gönüllü eğitiminde gördüm ki;

Gönüllülük programında yer alan eğitmenlerin kafası pek bi karışık.Durmaksızın yaptığımız yuvarlak masa sohbetlerinde giriştiğimiz sorgulamalar beni bu sonuca götürdü. Bize bir şey soruyorlar ama laf olsun diye değil hakkaten adam anlam veremediği için soruyor gibi. Velhasıl bir hayli yordum kafamı bu soruları cevaplarken ve cevaplayanları dinlerken.

Pastel boyalarla yaptığımız soy kütüğümüz,kültürün çağrıştırdıkları,ve sokakta boynumuza astığımız yaka kartları…

“size birkaç soru yöneltebilir miyim?” ve devamında gelen sorulara aldığınız bir birinden bazen kaba,bazen kalıplaşmış,bazen kuşguculaşmış,bazen umursamaz,çoğu az zaman da etkileyici cevaplar …ve sokak ortasında aldığım iş teklifi. =)


bunlar çok eğlenceliydi.Sonra bir de promosyon ürünleri o almak için küçük bir yarışa girdiğimiz ama sonrasında taş çatlasın 2 kez kullanabildiğimiz eşyalardan bolca sahip oldum.


Yüzen vapur gemili kalemin tasarımcısını çok kıskandım..itiraf ediyorum.

Anneler günü sebebiyle erken bitirdiğimiz etkinliği kapatamadık tabuyla tamamladık,çok eğlenceliydi…tanışıklığımızı pekiştirdik o sıralarda.Günün sonunda yorgunluğuma yenilmeyip Frederic Chopin konserinede gidebilseydim kendimi aşmış olacaktım. Herneyse varsın bu sefer de aşmamış olayım.

4/22/2010

taşlar bloke

Kendimi kararsız,sabırsız,amaçsız,inatsız ne kadar özellik varsa onlarsız bilirdim.

Bugun her zamankinden hızlı hazırlandım ve erken çıkmak istemediğimden biraz oyalanmaya karar verdim.Ne yapsam ne yapsam…1 haftadır sadece çantamda taşıdığım ve böylece vicdanımı rahatlattığım kitabımı mı okusam? yoksa öylece yatağıma uzanıp tavana boş boş bakarak müzik mi dinlesem? yoksa Mahjong Titans mı oynasam?

Mahjong Titans bilgisayarımın sesini son ses açıp oynamaya bayıldığım adeta kreş talebelerimizin zeka eğitimi için oynadıkları oyunların, büyüklere göre süsletilmiş ve arada alev efektleriyle renklendirilmiş bir versiyonudur. Bazen aynı renkteki üçgenleri bir araya getiriyormuş gibi hissettiriyor bana.Olay çok basit ve 2dakikalık bir şey.

Yok arkadaş daha önce tak tak erittiğim taşları şimdi oynatamıyorum.Dur bakalım aynı düzeneği bir daha açayım bu sefer farklı noktadan başlayacağım çalışmaya…yok yine tıkandı, yine,yine,yine…okula geç kalacağım….dur son bir defa bu sefer soldan başlayalım,yine tıkandı….inat ettim bu oyun bugün bitecek!!!

Sonra fark ettim ki aslında o kadarda sabırsız ve amaçsız değilmişim ayrıca oldukça inatcıymışım.Bu anı yazmalıyım dedim ve oyunu kaydedip hemen world’e dert anlatmaya başladım.Bu arada saat ilerliyor ve ben giderek okula geç kalıyorum. Hep Bruce'un dersinde oluyor bunlar =)

Bu arada face’de durumlar değişmiş.Artık hayran olmuyor sadece beğeniyormuşuz.Geçen bir şeylere hayran olduğumu feysimde belitle ihtiyacı duydum.Sayfayı bir açtım “beğen” diyor.Alahallah “hayır kardeşim ben beğenmiycem hayran olucam” hatta bir süre eski "hayran" butonunu aradım...itiraf ediyorum.

Aslında face doğru bir adım atmış çünkü bir şeylere hayran olmak bu kadar kolay değil.Hayran olabilmek çok farklı bir nokta, daha daha üstü bir nokta.Sadece beğenebilirsin ve artık öyle olacak gibi...iyi olmuş bence.

4/14/2010

farkettim ki... iki nokta üst üste

Çok şükür ki; otobüse bindiğimde aracın yanına gelip,o valiz karmaşasına aldırmadan ortada dikilip, yavrusunun oturduğu koltuğun önünde yerini alan ve kilitlenmiş şekilde onu bir süre izleyen,arada onunla iletişime geçmeye çalışan ve dudaklarının üstün çabalarıyla giriştiği kimi şekillerle yavrusuna söylediği şeyi anlatabilme uğraşına girişen ve bunu yaparken bir o kadarda bağırarak konuşan bir ailem yok....ve ben de onlara yukardan bakarken aynı yöntemle karşılık vermek zorunda kalmamış oluyorum.
İyiki park alanına bile girmeden yol üstünde arabayı sağa çekip,oturduğu yerden bağajı açıp sonra oturduğu yerden ayna yansımasıyla bana el sallayan bir babam var.

ve otobus yolculukları 2 saat bile sürse yine de o akıp duran ağaçların, insanların, araçların ve işte o sabit görüntünün hareketine her şarkı gidermiş.
ve bacak bacak üstüne attığımda, 3 dakika 39 saniyede bacaklarım uyuşmaya başlıyor.( bu süre tam bacağımı öbür bacağımın üstüne attığım zaman başlayan ve uyuşmayı hissettiğim zaman biten şarkının süresi )

ve arkamdan gelen arkidişinnn "uçağın arkası iyidir..çakılırsak bir nebze kurtulma şansımız var" esprisine gülümsemek zorunda kalan bir hostes olmadığım için şanslıyım.

ve hayal kırıklığı çok kötü bir şeymiş.... kavradım!

3/16/2010

Biz insanlar devamlı mutsuz olma çabasındayız.

Birinin hayatı hep diğerlerinin hayatlarına imrenmekle geçip gidiyor.O biri bazen,aslında imrenilen hayatlardan birine sahip olduğunun farkına bile varamıyor,o derece beğenmemeye,illaki mutsuzluğa,nasip işteciliğe takmış durumda.

İnsanlara genel bir sesleniş yaparak onları kızım yerine koyup, "ayşeciğim sen anla" dersi veriyorum.Çünkü insan kendi korkularını ve ön yargılarını başkalarına yansıtır ve onlarda gördüğünü sanır.

Diğer insanları anlayamıyorm da benim mutsuz olmak için ciddi nedenlerim var!
Bir kere geçen gün okuldaki ani bayılmamın dışında hiçbir sağlık problemim yok.Bunu büyük bir eksiklik olarak görüyorum.
Annem,babam,kardeşlerim yanımda ve ne yazık ki mutluyuz.
Herkesi yaşadığı küçük maddi sorunlarımız dışında bir sıkıntımız yok.Neyse ki krizin teğet geçtiği bir ülkedeyiz ve bu durum beni biraz olsun rahatlatıyor.
Bir kaç bin üniversite öğrencisinin sahip olabileceği rahat şartlarda okuyorum.
Okula eğlenmek için gidebileceği bir okulun öğrencisiyim.
Öğrendiği en iyi ingilizce kalıbının "don't worry" olduğuna eminim.
Her biten cümlenin sonuna "amannnn, ölüme yok çare" getirerek, mutlu anıma gölge düşürmemem ayrı bir problem.

Ancak skıntılara göğüs germeliyim.Bu dünya gelip geçici.Kimilerinin kaderi böyle oluyor işte! neyse bunlarda geçicek; ölüme yok çare!
.
.
.
Buradan lensleri olmadığı için üzülen arkadaşlarıma selam yollarım.

1/09/2010

Hani romantik komedi filmlerinde öyle olur ya;Kız süslenir püslenir,haftalarca kendini,sözlerini ,ruhunu o randevu için hazırlar ancak o an gelince mutlaka bir sakarlık yapar ya da ortamda bir aksilik dolaşmaktadır ve o aksilik gider o garibim kızı bulur.

Biz buna kötü şans deriz.Kötü şanslar özellikle Ayşe nin hayatının kıyılarında yaşarlar, onun sinir hücreleriyle beslenirler velhasıl onda fazlaca kötü şans vardır.Belki sahip olduğum şanslar çok daha fazladır ama ben kötülere kafayı taktım şu aralar.
Bir insanın başına hep mi aksilik gelir, hep mi komik duruma düşer allahım.


Niye ben niye ben.. niyyeeee!!

Geçenlerde benim başıma yine bir olay geldi evet belki elbiseme şarap dökülmedi ama bardağı ağzına kadar dolduran olayları değil de kısaca bardağı taşıran o son damlayı anlatmak istiyorum.
Dün akşam dışarı çıkıp iki tur atıp yurdumuza geri döneceğiz.Almışız izinleri,yapmışız planları,hazırlandık güzelce,keyifler yerinde hep bir ağızdan 'take me away' türküsünü söyleyerek bolca serzenişde bulunuyoruz.Ben duramadım patlattım yine bombayı."Çıkmadan önce bi su içeyim" dedim.Sebilin suyu çok soğuk geldi, kafa bu ya; "birazda sıcak sudan doldurayım KD de buluşsunlar" dedim. Nasıl olduysa oldu sol elimden 4parmak yandı tutuştu.

Şans bu ya sıcak su lazım olduğunda o sebilin sıcak tarafı hiçbir işe yaramaz,elimi yakmak icap ettiğinde görevini itinayla yerine getirir.

Teşekkürler sevgili sebil, şu an sol elimde rengi sapsarı,kokusu berbat bir krem sıvalı. Adeta sol elim vücudumda yok şu an onu çok özlediğimi farkettim ah yanımda olsaydı da tuşlara, bilgisayarı 5 yaşındaki çocuğundan öğenen bi baba gibi tek tek basmak zorunda kalmasaydım. Aynı zamanda hücrelerim bağırıyor 'ölüyoruzzz' biliyorum sevgili el hücrelerim ama yapabileceğim hiçbirşey yok, acı çekmekten başka!

Neyse sebil sorarım bunun hesabını.Sebilin ne suçu var yaptığım şey tamamen benim salaklığım ve sıradan son dakika bombalarımdan biri.

Yıllardır ben zaten böyle lanet bir insanım diye diye öyle olmasam bile öyle oldum.

Çekim yasasına inanıyorum ve şimdilerde yıllar boyunca kendime çektiğim aksilikleri düşünmeyerek gelecekte beni bekleyenleri saptırmaya çalışıyorum.

Secret'dan bir alıntı yapmış gibi oldum oysaki hiç hazetmem.


Uzaklaşın benden aksilikler,gidin uzaklara ben bulamayacağınız diyarlara gidiiinnn =))
İyi olacaksınız parmaklarım.Bu günler de geçecek =)