5/20/2014


Hafta sonu İstanbul Tasarım Merkezinin düzenlemiş olduğu Edirne gezisine katıldım. Buraya en son 16 yaşındayken gelmiştim, arşivci tarafım burada gezdiğim yerler ve müze giriş biletlerini hala saklamaya devam ediyor. 8 yıl sonra gözlemlerim ve hissettiklerim sil baştan yazıldı diyebilirim. Çünkü iki hafta sonra mimar oluyorum ve bu durum; hayatımın her bir noktasına yansıyor.Dünyamıza insan-çevre ve kültür odaklı bakmak artık sakız alırken bile beni lime lime ediyor.Beni paramparça eden ama size duyarlı gelebilecek olan bir eleştiriyle başlamak istiyorum.

Edirne Eski Cami yi geziyoruz ve içeride korkunç kalem işleriyle karşılaşıyorum.Kötü restorasyon sıfatı burada da hiç süphesiz  cümlenin başına kuruluyor. Biz geçmiş nesile yeri geldikçe kızıyoruz ya, gelecek nesil bizim yanlış kararlarımız ve restorasyon anlayışımızdan nasıl bahseder bilemiyorum. Umarım bahsederler! bu da ayrı bir çıkmaz her neyse Eski cami nin replika süslemelerinden bunalıp, biraz etrafı turlamaya karar verince camiyle aynı sokağı paylaşan tarihi bir külliye dikkatimi çekiyor.Bir kapıdan geçiyorum ve külliyenin rezalet manzarasıyla karşılaşıyorum.

Vicdansızlık, eğitim(siz)lik, kültüre sahip çıkmak, kültürü sevmek, topragı ve insanı gerçekten sevmek ve çelişkilerinden arınmış bir toplum olabilmek son günlerde bu tanımlar arasında ne çok dolanıyorum. Bir külliye kapısından giriyorum, sokağa bakan duvarın önü çiçek gibi tertemiz ve bakımlı ancak kapının ardından dikenler içinde kaybolmuş mezar taşları, kurşun kaplaması açılmış ve nemlenmiş  kubbeler, etrafa saçılmış çöpler hatta o çöpleri karıştıran kargalar... bu yanılsamanın pislikleri halının altına gizleyerek temizlik yapmış olmak dan hiçbir farkı yok.

Ne var yani bu külliye Selimiye kadar ünlü olamamış diye mi tüm bu haksızlık? Korumacılık sadece turist rotaları üzerinde mi yapılır yani,ben de bir turist idim ve ülkemiz yine rezil oldu bakın gördünüz mü dünya bizimle alay ediyor!!!
Yaşadığım bu trajik hikayeyi kültür ve turizm bakanlığına da paylaştım. Konuşmaktan daha fazlasını yapılabileceğine inanlara selam yollayalım.
Aslında bu kültürel kayıtsızlık sadece külliye duvarına tahta çakmış kimselerde yok, Kültürel miras kavramıyla yalnızca bir grup disiplinin ya da bir grubu temsil eden üniversitelerin fazlaca ilgilenmesi ki bu daha çok Osmanlıcılık anlayışının etkisinde, ya da bir diğer disiplinin onu tarihsel bir geçmişten ibaret görerek gerektiği yerde değerlendirmesi ki bu durum da, Osmanlıcılık korkusu olabilir.
Diyeceğim o ki; bu ikilemleri yaşamaya başlamış herkes kültürel kayıtsızlık altında. İhtiyacımız olan şey rasyonellik ve tabi ki yaptığımız her ne ise, samimiyet. Sanıyorum ki Edirne coğrafyası da bu korkuyu yaşarken çelişkilerinde boğuluyor.

Yeterince korkunç bir yazı oldu  bir kaç mutlu şehir fotoğrafıyla veda ediyorum. Son fotoğraf acemi bir eskiz çalışmasını içeriyor Muradiye Cami'nden Selimiye 'ye bakıyorum.